FELAKETLER VE ZOMBİLER
Ezberler neredeyse hiç bozulmamış. Peki biz nasıl zombi olduk? Şaka mı bu? Bilim Kurgu filmlerinden çıkmış vaziyette durduğumuzu kimse fark etmiyor mu?
Hidayet ÇAKIR
- Araştırmacı YazarKıymetli Tenkit Media takipçileri, lütfen bu yazıyı okumadan önce soracağım şu sorulara kendi özelinizde cevap verir misiniz? Depremde kaybettiği yakınları olanlara soruyorum: Sesi hala kulağınızda olan yakınlarınız 1 saatliğine dirilseydi ilk tepkileri ne olurdu? İhmalkarlık? Unutulmuşluk? Vefa? Hangisi? Yoksa isim vermek suretiyle ilk olarak katillerini mi deşifre ederlerdi? Bana sorarsanız ilk söyleyecekleri, ne olursa olsun bizlerin ahirete azıksız intikal etmememiz yönünde telkinler olurdu. Hani Kassam Tugayları sözcüsü Ebu Ubeyde "Bize değil, kendinize üzülün" demişti ya; işte onun gibi bir şey. Düşünsenize on binlerce insan ölmüş, enkaz altından yalvarışlı iniltiler sürerken birileri marketleri yağmalıyor, birileri yardım malzemelerini stokluyor, birileri de harıl harıl yıkılan enkazlardan delilleri temizlerken birileri de günah keçisi yaptıkları Adıyaman Valisine troller aracılığıyla ateş püskürüyordu. Eh, minareyi çalan kılıfı hazırlarmış.
Neyse, 6 Şubat'ın yıldönümüne dayanmışken, size Adıyaman medyasının kıyısından bile geçmediği asıl meseleyi açmak istiyorum. Gerçek ölü sayıları konusunda gerçeği hepimiz biliyoruz. O tartışma kapandı. Depremden geriye biz zombiler kaldık. Deprem sonrası nasıl hipnotize edildiğimizi ve hala çoğumuzun o hipnozun etkisinde olduğunu görüyoruz. Ezberler neredeyse hiç bozulmamış. Peki biz nasıl zombi olduk? Şaka mı bu? Bilim Kurgu filmlerinden çıkmış vaziyette durduğumuzu kimse fark etmiyor mu? Aspest tozları arasında yığınla insan, tek düze hareketlerle belgeselleri aratmayan bir senkronize davranış içerisindeler. Nerede bir yemek varsa herkesin yönü/yüzü o tarafta. Resmi kurumların önündeki yığınlarda aynı zombi filmlerini aratmayan sahnelerle gösteriyor kendini. Üstelik deprem sonrası musibetten çıkmış bir halimiz yok. Bilakis vahşileşmiş, egonun zirve yaptığı, haset iblislerinin top koşturduğu bir pislik yuvasında arsızca gülebiliyoruz. Herkes kaybettiği yakınlarının sayısını sidik yarıştırırcasına üstencilik malzemesi olarak kullanıyor ve bundan kendine statü ve söz hakkı kredisi sağlayıp duruyordu.
Eğer şehri yüksekçe bir yerden izleme şansı bulduysanız, Adıyaman kentinin bir nükleer saldırıdan çıkmışcasına hala harap halde olduğunu da görmüşsünüzdür. Resmi kurumlar ve bu kurumların işleyişi ivedilikle çözüme kavuşturulurken, depremzedelerin yaşadığı sosyal travmalar gözardı edilmiş, kentin trafiği Hindistan banliyölerine dönmüş, öldürücülüğü bilimsel olarak ispat edilmiş aspest tozları için tek bir adım dahi atılmamış ancak buna rağmen de her şey normalmiş gibi depremi yaşamayan kentlere kesilmeyen trafik cezaları, bu haldeki bir trafiğe maruz bırakılan kentliye reva görülmüştür. Şehrin bir ucundan bir ucuna gidenler adeta Hendek savaşından çıkmış gibi muzaffer olurken, kurum müdürleri sanki depremde hiç ortadan kaybolmamış, sıvışmamış gibi hareket ederek sahte bir normalizasyon yarışına girerek her zaman olduğu gibi halkın değil, tepelerindeki siyasilerin teveccühünü kazanma yarışına girmişler. Üstelik de "Ne depremi yahu" der gibi tavırlarla eğlence organizasyonlarına imza atmışlar. Bilhassa Milli Eğitim Kurumu, öğrencileri ve velilerini zombileştirmek için adeta sosyal mühendislik yarışına girmiş. Yahu okulların hali ortada, ulaşım ortada, barınma ve geçinme koşulları ortada ama sen hala öğretmenlerini seminerler, sözde projeler ve benzeri bir ton anlamsız kağıt yığınlarıyla oyalamaya ve bir gerçeği gizlemeye çalışıyorsun. Bu hasıraltı illüzyonunuz nereye kadar sürecek? Bir okul müdürünü ziyaret ettim. İsmini vermeyeceğim. Deprem sonrası sosyal travmanın gerektirdiği şartlara uygun bir eğitim modelinden bahsediyorum, o bana "Hepimiz depremi yaşadık, hepimiz yakınlarımızı kaybettik" gibisinden artık suyu çıkmış ezber cümleler kuruyor. Yahu bu öğrenciler travma yaşamış, kimi anasız, kimi babasız, kimi kardeşini kaybetmiş! Sen bu ruh halindeki deprem bölgesine uygun bir eğitim modeli ihtiyacını neden müdürlerine iletmiyorsun? Neden kimse bu konuda bir kurul veya komisyon oluşturma derdinde değil?
Bakın RESMİ diyoruz. Sizin yapmadığınızı bazı sivil platformalar bile düşünmüş ama siz hala ayakta uyukluyorsunuz! Yani adam Resmi kamudan umudunu kesmiş, sivil platform olarak kendisi komisyon kurmuş. Bu işi evvela sizin yapmanız gerekmiyor mu? İşte bunun için yeni küresel düzende ilk işsiz kalacak olanlar öğretmenler ve camiaları olacaktır. Pandemide ilk testler başarıyla gerçekleştirildi. Hani keyifle yaptığınız o Uzaktan eğitim modeli var ya; işte o sizin işinizin sonu olacak. Bir kaç yıl sonra devlet "Yüz binlerce öğretmene ihtiyacı olmadığını" uzaktan eğitim modeliyle bu işi 45 uzman eğitmenle de yapabileceğini söyleyip size kapıyı gösterecek ama siz hala elinize tutuşturulan "Hizmete Özel" zırvalarla "KOPYALA-YAPIŞTIR" derdindesiniz. "Aman Asım hocam, kağıtta aynen böyle yazıyor, tek kelimesini kaçrmadan aynısını bire bir tatbik edelim lütfen" deyip, tependeki müdürü tatmin etme derdindeki kişi bir öğretmen de değildir, bir müdür de değildir. Bu yapay zeka taklitçiliğiyle nereye kadar gideceksiniz? Elinize tutuşturulan kağıt yığınları bir işe yarıyor mu? Mesela öğrenciniz telefona tablete ayırdığı vakti kitaba ayırabiliyor mu? Park köşelerinde onun bunun anasına bacısına küfretmekten uzaklaştırabildin mi öğrencini? Daha ortaokuldayken sevgili edinen öğrenciniz, o yaşına kadar 1 tane klasik eser okumuş mu? Çevrenizde okuduğu kitaptan etkilenip dökecek bir damla gözyaşı kadar duygusu kalmış mı öğrencinizin? Sahi öğrenciniz hamur yoğurabiliyor mu? Ekmek yapabiliyor mu? Yahu onu da geçtim sen eve, fırından ekmek alabilecek bir öğrenci yetiştirdin mi? Okuldan çıkayım da anneme bulaşığa yardım edeyim diyen bir öğrenciniz yok efendi! Yok çünkü insani değerleri, gerçek manada kültürel değerleri sahiplenen, geleneklerini, inancını benimseyen bir organik insan kaldı mı acaba?
Buradan herkesi uyarıyorum. Şu zamana kadar pişirme aşamasında olan tüm sosyal zıtlık projeleri bu yıldan itibaren körüklenecek ve sosyal çatışmaların önü açılacaktır. Aklınıza depremden başka felaket gelmiyorsa ilkini ben yazayım: YAPAY KITLIK. Enflasyonun küresel manada bir silah olarak kullanıldığı günümüzün yakın geleceğindeki en büyük tehlike, yapay kıtlıktır. Bunun zemini hazırlandı ve nakit paranın yerini dijital krediye bırakmasının hemen akabinde gıda, artık bir lüks olarak yerini alacak. Küresel basının tüm sansürlerine rağmen bugün neredeyse tüm Avrupa'da çiftçilerin eylem yaptığını duyanlarınız vardır. Lütfen biraz açılın ve Avrupa'da çiftliklerin neden kapatıldığını biraz araştırın. Mülkiyetsizleştirme tehdidinin ne olduğunu, Rezerv yasasının gerçekte ne için çıkarıldığını inceleyin. İklim Bakanlığının kurulma amacının ne olduğunu araştırın. Önümüzdeki aylarda DSÖ'ye sınırsız yetki vermek için meclise sunulacak taslağın iç yüzünü araştırın. Başınıza geçirilmek istenen çorabın dikiş işi bitti, haberiniz olsun. Tüm bu sinsi tehlikelerin içerisinde deprem bölgesinin bu felaketlerden kıyasla kat kat daha fazla etkileneceğini unutmayın. İşte yazının başında verdiğim mesajlardaki anlamsız bürokratik kalabalıkların amacı, bu son yazdıklarımı dikkatlerden kaçırmak içindir. Tehlike büyük. Maalesef Pandemi ve deprem kurgularının en büyük mağdurları, dünyada Türkiye; Türkiye'de Doğu bölgeleri olmuştur ki bunun tetiklenmiş bir yapay deprem olduğu konusunda bir çok paylaşımım oldu. Pandemi zaten bir kurguydu ve bu vesileyle dünyaya bir format atıldı. Kendilerini dünyanın efendisi ilan edenler, "ARTIK HİÇ BİR ŞEY ESKİSİ OLMAYACAK, ESKİ NORMALLERİ UNUTUN" demediler mi? Nitekim bunca felaketlerden sonra kendilerine çeki düzen verip maddi manevi düzelmesi beklenen kitleler, bunun aksine pusmuş, sindirilmiş ve birer zombi haline getirilmiştir. Bu nüfusun dünyaya fazla olduğu iddiasıyla kolları sıvayan küresel efendiler, tanrılık iddiasıyla şeytanın buyruklarını bir bir ifa etmiş ve dünya halklarını köleleştirme yolunda ciddi eylemler yapmışlardır. Depremler ve hastalıklar, bu işin yalnızca bir ayağıdır. Adıyaman penceresinden kazın ayağı farklı görünse de; insanlar hala siyasi bir telaşenin içerisinde olsa da asıl felaketler, terör, küresel savaşlar, yapay gıda kıtlıkları, enerji krizleri ve sosyal çatışmalarla yol almaya devam edecek çünkü Simpson efendiler bunun temellerini on yıllar önce attı.
PEKİ NE YAPABİLİRİZ? Diyecek olursanız, size Kuran'ın "Hiç düşünmez misiniz?... Pek az düşünüyorsunuz... Düşünüp akledenler için... Düşünüp tutasınız diye... Hiç akletmiyor musunuz?..." şeklinde biten, başlayan veya devam eden ayetleri bir kulp ve çözüm yolu olarak önerebilirim. Nihayetinde hepimiz öleceğiz, ama NASIL öleceğimiz önemli. Doğruya doğru, yanlışa yanlış demek de yetmiyor artık. Ne zaman ki yanlışa asi olup başkaldırmayı öğrenir ve dayanışma içerisinde kötülüğe karşı durabilirsek, işte o zaman bir avuç azınlığın milyarlar üzerindeki hükümranlığı da sona erecek ve onların devletlere atadığı kukla yöneticiler birer böcek gibi basitçe ezilecektir. Bunu da mı yapamazsın?
Selam ve duayla...