Kader,rızık,Ecel Kimin Elinde?
Biz bütün bu hadiseler, hercümerç içinde imtihan oluyoruz. Tek gerçek bu. Gazze’den yükselen bir nur insanlığı aydınlatıyor. Gazze’den yükselen tekbir sesleri tüm dünyada vicdan sahibi, erdem sahibi insanların, hakikat peşinde koşanların beyinlerinde ve k
Abdurrahman DİLİPAK
- Araştırmacı YazarHer Gazze’li çocuğun bombalar altında kaybolan sessiz çığlığı belki bin insanın hidayetine vesile oluyor. Onlar, İsra’nın gerçekleştiği topraklarda ölümsüzlüğün kapısından geçip yedi kat göğe yükselirken, tüm dünyada yüzbinlerce insanın hidayetine sebep oluyorlar, her yerde, her inançtan, her ırktan, her ideolojiden, her cinsten. Gazze çocukların çığlıkları İsrafil’in surunun esintisi ile onların çelik kubbelerini başlarına geçiriyor. Gazze’li mücahidler bugün Muhammed ümmetinin fertleri olarak Hz. Muhammedin misafiri olurken, Hz. İbrahim, Hz. Yakub, Hz. Musa, Hz. Davud ve Hz. Süleyman, Hz. İsa karşılıyor olmalı onları. Onlara Allaha verdikleri sözü tuttular. Onlar ellerindeki sapan taşı ile her biri Calud’a karşı bir Davud oldu. Netanyahu ve Siyonistler ise Calud’un askerlerine dönüştüler.
Dünyanın dört bir yanından insanlar İslam’la şereflenirken, biz ne zaman, din ve devlet büyüklerini İlah ve Rab edinmekten vazgeçip, Atalarımızın dinini bir kenara bırakıp, yeniden iman ederek İslam’ın hakikati ile yüzleşeceğiz bilmiyorum.
Sahi Zaman ve Mekandan münezzeh olan Allah’ın kadir-i mutlak olduğunu ne zaman anlayacağız. Ne zaman anlayacağız, Hayır ve Şerrin Allah’ın iradesi içinde olduğunu. Bizim Onun Rızasına tabi olmamız gerektiğini. Şeytanın da Allah’ın iradesi içinde olduğunu, Onun herşeyi gördüğünü, duyduğunu, bildiğini, hiçbir şeyin Onun bilgisi ve iradesi dışında olmadığını, ecelimizden önce ya da sonra ölmeyeceğimizi, rızkımızdan. Az ya da çok yemeyeceğimizi, kaderden başka bir kaderimiz olmadığını, Allah’ın servet ve iktidarı ülkeler ve halklar arasında evirip çevirdiğini, bize hayır. Gibi gelen şeylerde şer, şer gibi gelen şeylerde hayır olabileceğini ne zaman anlayacağız.
Biz işe alınmamızı İnsan Kaynakları şefine, Ücretimizi Mali işler müdürüne, kademe yükselmemizi Sicil amirine borçlu olduğumuzu düşünüyoruz. Başarı bizim aklımız ve çalışkanlığımızın sonucudur. Bu senaryoda haşa Allah’a yer yok. Onu hesaba katmayacaksak, niye torpil yapmayalım, rüşvet alıp vermeyelim ki! Zaten herkes öyle yapmıyor mu? Peki bizim onlardan. Bir farkımız yoksa, malımız, canımız ve sevdiklerimi üzerinden ayrı bir bedel ödemeyeceksek, namaz kılıp, oruç tutmayacak, zekat verip Hacca gitmeyeceksek, Kur’an. Ahlakı ile ahlaklanmamışsa, veresetül enbiya değilsek neden, nasıl, niçin cennete gideceğiz ki. İman edenle etmeyen arasında ne fark kalıyor, dil ile ikrar ettiğinizi kalbinizle tasdik edip ona göre yaşamıyorsanız.
Sizin rızkınızı, patronlarınız ya da devlet mi veriyor. Yoksa onları İLAH ve RAB mi edindiniz. Hani onlar size bir şey söyleyince, o şey üzerinde düşünmeden, o şeyi, söylenen şekilde kabul ya da red etmiyor musunuz, işte bu onları İlah ve Rab edinmek demektir. “Öl de ölelim, kur de vuralım, emret komutanım” mı diyeceksiniz size ne emredilirse edilsin, onu yapacak mısınız. Bu konuda Allah ve Allahtan getirdiğini bize aktaran Resulün risalet görevine ilişkin sözü dışında kimsenin sözüne mutlak iteat yoktur. Peygambere mutlak itaat Risalet göreviyle sınırlıdır. Yoksa Peygamberi bile İlah ve Rab edinmek şirk olur, başka değil. Hele masiyette itaat hiç yoktur.
MÜSLÜMAN YALAN SÖYLEMEZ, AMA!?
Ebu’d Derda Resulullaha sorar: Müslüman zina eder mi?, Hırsızlık yapar mı?
Elbette yapmaması gerekir. Bunlar büyük günahtır. Hatta bir kişi herhangi bir haramı helal görse dinden ayrılır. Ama bu günahları işlerken dinden uzaklaşsa da dinden çıkmaz. Umulur ki tevbe eder. Ancak o kişi o haramı işlerken Mümin değildir. Bu konudaki bir hadiste şöyle denir: ““Zina eden kimse zina ederken mümin değildir. İçki içen kimse içki içerken mümin değildir…” (Buhari, Mezalim 30; Müslim, İman 100)
Resulullah (a.s.m): ”Yalanı ancak iman etmeyen kimse uydurur.” (Kenzu’l-Ummal, h. No: 8994) buyurur.
Doğruluk imanın ayrılmaz alamet-i farikası olduğu gibi, yalan da küfrün olmazsa olmazıdır. Ki yalan söz bazan fitneye dönüşür, bazan iftiraya..
Kişinin canına veya malına yönelik bir tehlike karşısında inancını gizleyip gerektiğinde aksini söylemesi anlamında bir terim.
İslâm, ihlasa dayanmayan sahte iyilik tezahürünü ‘münafıklık’ alameti olarak görülür. Münafık bu anlamda yalancının zihniyet ikizidir. Yalan bütün kötülüklerin anasıdır. İlk yalancı Şeytandır. Yalan Şeytanın karekteridir.
Trollare, Reklamcılara, Lobicilere, PRcılara, Media mensuplarına, İstatistikçilere, kamu oyu araştırma şirketlerinin sahipleri ve yöneticilerine, toplum mühendislerine, temayül yoklaması ve mülakat yapanlara, polis, savcı, avukat ve hakimlere ve tabi siyaset erbabı ve politikacılara, bilim adamlarına, “kolay fetvacılar”a duyurulur.
Sahi siz depremde kaç kişi ölmüştü, açıklanan rakama inanıyor musunuz..
mRNA ölümleri konusunda yapılan açıklamalara inanıyor musunuz, aşı sonucu kaç kişi öldü biliyor musunuz.
Haksızlıklar karşısında susanlar dilsiz şeytanlardı değil mi? Yani Hakkı, Hakikati söylememek de, adil aşahid olmamak da bir suç ve bir. Günahtı değil mi? Yani hiç kimse dünyada olup-biten ve olmakta olan şeyleri, görmemezlikten, duymamazlıktan, bilmemezlikten gelme hakkına sahip değildi değil mi?
Malın ayıbını gizlemek, siyaseten yalan söylemek
Adil şahidler olun
Söz verdiğinizde sözünüzde durun,
Yalan söylemeyin
Sözlük Anlamı: Arapça “Ke-Ze-Be” fiilinden türetilen kizb kelimesi, sözlük- te; “gerçeği gizlemek, gerçeği çarpıtmak, birini aldatmak vb. amacıyla bilerek söylenen gerçeğe aykırı söz” anlamında kullanılmaktadır.1 Sıdk yani, doğruluğun zıddı olan kizb kelimesi, Türkçede “yalan” kelimesiyle ifade edilmektedir.
b) Terim Anlamı: Sözün gerçeğe uygun olmaması şeklinde tarif edilmektedir.
3. Yalana bizim dinimizde hiç yer yoktur. 3 yerde ise, bu yola tevessül edilirse, umulur ki, Allah onları bağışlar. Birincisi, mal, can, namus, akıl-inanç ve nesil emniyetinin, savaş şartlarının, zalim hükümdarın, şakilerin tehdidi karşısında onların istediklerini söylemek ya da kendilerini ya da yakınlarını korumak için gerçeği gizlemesi ya da onların istediği şekilde beyan da bulunması. 2.karı-koca, ortaklar, ya da iki taraf arasındaki çatışmayı, fitneyi sonlandırmak ve onları barıştırmak, yakınlaştırmak için bazı gerçekleri gizlemeleri ve/veya te’vil etmeleri, gerçeğe aykırı beyanda bulunmaları durumunda, tamamen bir hukuku ve maslahatı korumaya yönelik beyanlarda bulunulması halinde, umulur ki, Allah onları affeder. Bu iş ve söz konusunda, sınırın aşılmaması, başkasının aleyhine bir sonuç doğurmaması, taraflar arasındaki hak ve hukukun ihlal edilememesi, aksine def-i mazarrat yoluyla taraflar arası ve toplumsal maslahatın gözetilmesi şartı vardır ve bu sınırların aşılması haline, Allah onların yaptıklarını, açıkladıklarını, gizlediklerini, gerçek niyetlerini bildiğinden onlar hakkında ona göre kurum kurulacaktır. Mesela doktorun hastası hakkında hastaya ve yakınlarına söyleyeceği gerçek, hastanın sağlığını ya da yakınlarının sağlıkları açısından risk oluşturacaksa, vefat eden hastası için uyuttuk, daha sonra tekrar değerlendireceği gibi bir şeyler söylemesi de bu şekilde değerlendirilebilir.
Kaldı ki, bu gerçek dışı beyanların, tehlike kalktıktan sonra açıklanması gerekir. Siyasiler açısından bu durum, açık ve yakın tehlike şartına bağlıdır. Keyfi ve kendi siyasi çıkarlarına göre kurgulanmış bir algı operasyonunun parçası ise, kendi halkına karşı Takiyye yapamaz. 5 Temel emniyete yönelik, açık ve yakın bir tehlike halinde, tehlikenin devamı süresince kabul edilebilecek bir durumdan söz ediyoruz. Kesinlikle keyfi şekilde uygulanamaz. Gerçekler gizlenemez. Zamana ve mekana, olaylara ilişkin “adil şahidlik” emrine mugayir bir tasarruf söz konusu olamaz. Bu konu arizi ve şarta bağlı bir hususdur. Tehlikenin yakınlığı ve şiddeti ile korunmaya çalışılan değerin korunması için gerekli sınırların iyi tespit edilmesi ve sınırların korunması gerekir.
Selam ve dua ile